20 Aralık 2015 Pazar

Bir Ondan Bir Bundan: Ahmet Batman&İzlediklerim

Yepyeni bir yazıyla herkese kocaman merhaba. Çook uzun zaman olmuştu yazmayalı ve açıkçası üzerine yazacak çok şey bulamadığımdandı bu. Taa ki en bir sevdiğim yazarın yeni kitabını çıkaracağını öğrenene dek.


O güzel kalemden bu sefer neler akacağını deli gibi merak ediyordum, o yüzden kitabın çıkmasından tam 4 gün önce sipariş verdim. 15 Aralık'ta çıkan kitap, perşembe günü elime ulaştı. Okumanızı daha önce de tavsiye ettiğim, kalemine hayran olduğum bir adam, Ahmet Batman. O yüzden kitabı gayet makul fiyata alabileceğiniz sitenin linkini de paylaşmaktan onur duyuyorum.

http://www.kitapyurdu.com/kitap/korkma-kalbim/382651.html

(Bu arada piyasadan almak isteyenlere de ücreti gayet makul, Ahmet Batman pahalı kitaplara inanmıyor.)

Kitaptan spoiler vermeden anlatacak olursam; diğer kitapları okuyanlar bilir, başarılı yazarın ilk iki kitabı Soğuk Kahve ve Sabah Uykum kısa yazılardan oluşmaktaydı. Belli başlı bir hikaye bulunmamakla birlikte o türde okuduğum en iyileriydi.


Bana İkimizi Anlat kitabıyla bir hikaye anlattı yazarımız ve sadece kısa yazılarda iyi olmadığını da görmüş olduk. Benim için en güzel hikayelerden birisiydi o kitaptaki de. Hatta kitabı okumaya başladığım gün de bkz. karşılaştığım tatlı tesadüf...


Korkma Kalbim'de de yeniden kısa yazılara döneceğini düşünmüştüm ama hikaye olması beni ayrı bir mutlu etti. Hikaye olduğunda altı çizilecek cümleler doğal olarak azalıyor çünkü cümle genelden özele inmiş oluyor. Bu her kitapta böyle. Altı çizilecek cümlelerim azalmasına rağmen sevinmiştim yine de. Bu sefer beni nasıl bir hikaye bekliyor bilmiyordum. Ama çok büyük umudum yoktu, kısa zaman önce yaşadığım küçük hayal kırıklıklarının ardından. Onlara da geleceğim.

Kitabı okudum ve elimden bırakamayıp aynı akşam bitirdim. Hatta üstüne iki kitap daha bitirdim ama hala etkisinden çıkabilmiş değilim. Ahmet Batman kitaplarının bir klasiğidir, herkese olur demiyorum ancak en azından bana oluyor. Uzun süre düşünmeyi bırakamıyorum o kitabı. Bu seferkinde de öyle oldu. Ve çıtayı ne kadar yükseltebilir ki diye bir anlığına bile olsa düşündüğüm Batman, çıtayı aşmış bile. Bu hepsinden çok daha iyiydi. Ben bayıldım. Kitap hem bitmesin hem de bir an önce sonunu göreyim dedim sürekli. Durmadan bir savaştaydım sayfalarla. Sonunda kim kazandı bilmiyorum ama kesinlikle Ahmet Batman aklımdan çıkmayacak bir kitap daha yazmış oldu. Kalemin hep bizimle olsun, gönlü güzel adam.


Gelelim Bir Ondan Bir Bundan'ın bundan bölümüne. Yazmadığım bu süreçte izlediğim birkaç şey oldu. Onlara değinmek istedim ben de. Dizilerden başlayacak olursam, TBBT furyasına bıraktım kendimi. Bir iki bölümden sonra süper olduklarını idrak edip direk onlardan biri olmak istemem itibariyle tüm sezonları bitirmiş ve 9.sezonun yeni bölümlerini tırnaklarımı kemirerek beklemeye başlamış durumdayım.


Hatta öyle ki, onlar için ayrı bir yazı hazırlamaya karar verdim. Spoiler içerecek bir yazı olacak muhtemelen ama herkes kimin kimle olduğunu zaten biliyordur değil mi? Spoiler derken de zaten geçen sezonları kapsayan genel bir değerlendirmeden bahsediyordum.

Her neyse, bu oyunculuklar ve senaryo öyle bir şey ki; fizikten nefret eden bana fiziği sevdirecek derecede neredeyse. Ama neyse ki sevemeden bölüm bitiyor. Malum, 20 dakikalık bölümler olunca hemen bitiveriyor. Yine de yeniden açıp izliyorum bazı bölümleri ve yine aynı derecede gülüyorum her birine. Sonuç olarak dediğim gibi, tüm bu TBBT hikayesini farklı bir yazıda inceleyeceğim; karakterler, hikaye, diyaloglar vb. O yüzden bunu burada kesip izlediklerimden devam ediyorum.


Gelelim sinemalara. Elimizde arkadaşlarla gidilen bir Düşlerin Terzisi, ilk filmiyle gişe rekorları kıran hatta iki kez vizyona giren (ikincide +30 dakikalık bir eklemeyle) efsane ikilinin Düğün Dernek 2'si ve benim geçen yıldan beri beklediğim birtanecik serimin son filmi Mockingjay Part 2.

Düşlerin Terzisi yani The Dressmaker, aslında bir kitap ve sinemaya uyarlanmış. Günümüzde çoğunlukla yapıldığı gibi. Filmler kitap tadı veremediğinden mi nedir, ben sevmiyorum bunu. Buna rağmen Açlık Oyunları'nı falan izledim kabul ama o başka bir konu. Ona geleceğim. Dediğim gibi bana sanki hikaye yazmaktan kaçınmak gibi geliyor. Güzel eserlerin beyaz perdeye taşınmak istenmesini anlayışla karşılıyorum ama çoğunlukla olmuyor işte. Kitabın hissettirdiğini hissettiremiyor.

Yeniden filme dönecek olursak; Kate Winslet ve Liam Hemsworth eşliğinde güzel bir filmdi. Eski zamanlara dair bir dram filmiydi ve dram favori türüm olmadığından aşırı beğendim diyemiyorum. Ama güzeldi. Oyunculuklar hakkında konuşmak haddime olmadığından (çünkü zaten ben demesem de çok başarılı oldukları biliniyor) ona yorum yapmayacağım. Liam demişken onun bir başka filminden devam edeyim o zaman.


En sevdiğim seri son filmiyle hepimize veda etti. Gerçi bir yerlerden bir şeyler okudum, yeni bir film falan olması gibi bir şeyler. Ama şu dakikadan sonra yeni bir filmin başarılı olacağına inanmıyorum ben. Bitmiş bir hikayenin devamı getirilmemeli bence. Tadında kalması çok daha iyi oluyor her zaman. Hissetmeyi bekleyeceğim heyecanı, filmin vizyona girdiği günün akşamı o sinema salonunda koltuğa oturduğumdan yarım saat sonra yitirdim. Yanlış anlaşılmasın, filmi beğenmediğimden değil. Sonunu bildiğim bir hikayeydi zaten ama önceki filmlerde de hikayeyi bilmeme rağmen hiç böyle olmamıştım. Üzerine düşündüğümde ise sebebini kavradım.

İlk film: Açlık Oyunları. Kitaplardan ve diğer şeylerden haberim yoktu ve bir kısmına televizyonda görüp üzerinde durmamıştım. Filmin tamamen aklımdan çıktığı bir zamanda ilk kitabına denk geldim ve kitaplarına sarıp üç kitabı da okudum. Sadece bir kısmını izlediğim halde izlemiş olduğumu sandığım filmi televizyonda görünce aslında kitabı okuyup filmi de izlediğimi sandığımı anladım. Beynimin bana bir oyunuydu bu.


İkinci film: Ateşi Yakalamak. Kitapları bitirmiş olmama rağmen, sırf arenayı merakımdan ikinci filme gittim. İzlerken ise Peeta Mellark'ın da beni etkilediğini fark etmek zamanımı almadı. İkinci kitap her zaman favorimdi ve o arenaya bayılmıştım. Arenanın yapılışından yana hiç umudum yoktu çünkü kitapta anlatıldığı kadarını kimse yapamazdı. Ama film ekibi çok başarılıydı ve benim favorilerim arasına Ateşi Yakalamak filmi altın harflerle kazındı.

Üçüncü film: Alaycı Kuş Bölüm 1. Serinin en karanlık filmi. Zamanının çoğunu içeride geçiren karakterler ve karanlığın verdiği etkiyle film boyunca gözlerimizin yorulması. Bir kısmı aydınlıktı belki, dış çekimler olmuştu tabi. Hadi ama, 13.mıntıka kapkara bir yerdi, kimse orada yaşamak istemezdi değil mi? Üstelik favori karakterimin filmde çok yer almaması da canımı sıkmıştı. Liam Hemsworth'ü sevmediğimden değil (bayılıyorum o adama) ama Gale karakteri benim için hep bir köstek olmuştu işte. Severdim ama daha az. Yani benim için serinin en kötü filmi üçüncü filmdi. Haklı sebeplerim de vardı. Eminim o filmden sonra göz doktoruna gidenler olmuştur.


Ve son film: Alaycı Kuş Bölüm 2. Serinin sonu olmasının yanı sıra en iyilerinden biri. Biri diyorum çünkü benim gözümde Ateşi Yakalamak'la kapışır ve yenilebilir bile. Bitecek olmasının verdiği hüzün ve kitap sonunun bir buçuk sayfaya sığdırılmasıyla yaşadığım hayal kırıklığını hatırlatması nedeniyle çok tepki vermemiş olabilirim. Sonuçta üçüncü filmin bile nerede kesildiğini bilmediğimden dolayı verdiği bir heyecan vardı. Bunda ise sondu artık. Her şeyin bittiği yerdeydik.


Mükemmel oyunculuklar, aklımızda ilelebet kalacak ve ileride birlikte görmeyi beklediğimiz Joshifer, su tanrısı Finnick Odair'e hayat veren ve onu adeta yaşayan Sam Claflin, kitabı okuduğumda sinir olduğum ama güzelliği (evet güzelliği çünkü o güzel bir insan) ile Gale Hawthorne karakterini göklere çıkaran Liam Hemsworth, cesaretine hayran olunası Johanna Mason'ın canlanma sebebi Jena Malone, hikayenin asıl olayı ve sebebi Primrose Everdeen rolündeki Willow Shields, koruyuculuğuyla hep insanın hayatında olmasını isteyebileceği Haymitch Abernathy ve Effie Trinket rollerine hayat veren Woody Harrelson ve Elizabeth Banks, üçüncü kitabın başından beri bir türlü ısınamadığım ve bunun için haklı sebeplerim olan Başkan Alma Coin karakterini gerçekten mükemmel soğukkanlılıkla canlandırmayı başarmış Julianne Moore, çok sinir bozucu olmasına rağmen benim nedense saygı duymaya gerek duyduğum çünkü tüm yaptıklarının arkasında durabilen Snow karakterinin canlı hali Donald Sutherland ve değinmediğim tüm o muhteşemliklerle koca bir seriyi bitirdiler. Kabul etmeliyim ki, film başarılıydı. Bu benim içsel sorunum, yani yeterince odaklanamamış olmak. Tüm olanları, her şeyi hissettirebilmelerine hayranım. Kitabın yazarı Suzanne Collins'e ve hayal gücüne bir teşekkür gönderiyor ve bu konuyu kapatıyorum.


Yazı çok uzadığından çok uzun değinmeyeceğim bir filme geldik şimdi. Düğün Dernek 2. Gittim, güldüm, eğlendim. İkinci kez izleyecek olsam giderim izlerim çünkü genelde ikinci izleyişte daha eğlenceli oluyor böyle şeyler. İlk filmde de öyle olmuş, ikinci izleyişimde daha çok gülmüştüm. Zaten tüm bu işleri yaparken çok yoruldular, hiç durmadan çalıştı Ahmet Kural-Murat Cemcir ikilisi. Peş peşe gelen birçok proje oldu ve hiç duraksamadan yaklaşık 5 yıl çalıştılar sanırım. Onun etkisiyle çok da iyi bir şey beklemiyor insan. Buna rağmen güldüm. "Gülmedim, beğenmedim, tekrar etmişler kendilerini." diyen yorumlar okudum gitmeden önce ve ikiliye olan güvenimden dolayı gittim filme. Tüm o yorumları yapanlara ise "Siz yapın aynı şeyi de görelim." demek istiyorum buradan. Hiç aralıksız üç film iki dizi yapın. Bakalım beş yılda pestiliniz çıkıyor mu çıkmıyor mu? Ara vermiş olsalardı daha iyi bir şey çıkar mıydı dersek de, oyunculuklarda bir değişiklik olacağını sanmıyorum, zira level atlamış oyunculukları zaten. Her birine; Ahmet Kural, Murat Cemcir, Rasim Öztekin, Devrim Yakut, Şinasi Yurtsever, Barış Yıldız, İnan Ulaş Torun ve sayamadığım diğer oyunculara hayranlık duydum. Ancak bunların arasından Kural ve Cemcir benim gözümde baya aşmışlar çıtayı. Yükselmişler ve geri inecek gibi de durmuyorlar. Onları hep böyle görmek dileğiyle.

Bir blog yazısının daha sonuna geldik. Bu arada kişisel blogum olan

dunyaninyazisi.blogspot.com 'da kısa yazılarıma;

yöneticisi olduğum

sekiz100uc.blogspot.com 'da ise birkaç amatör yazar olarak paylaştığımız kısa hikayelerimize herkesi bekliyorum.

Sevgiler saygılar efenim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder