Son zamanlarda Kore dünyasına sardığımı önceki yazımdan okumuşsunuzdur belki. Okumadıysanız buyrun efenim. Zira bu yazı buram buram Uzak Doğu kokuyor, ramen kokuyor, kimchi kokuyor.
Bir gün Güney Kore'ye gidip de döndüğümde yaşadıklarımı, yediklerimi, gördüklerimi yazmak dileğiyle diyor ve geçiyorum yemeklerden ve Kore'nin geleneksel kültüründen bağımsız yazıma.
Beautiful Mind'la başlamak istiyorum. İzlediğim ilk doktor dizisiydi. Üstelik ben gerçekten Doktorlar bile izlemeyen, oradaki ikili ilişkilerin anlatılan hastalıklardan daha önemli olmasına sinir olmuş biriydim. Benim için bir dizi veya film hastanede geçiyorsa o dizide sadece ilginç hastalıklar, ameliyat sahneleri falan çoğunlukta olmalıdır. Beautiful Mind da bu şekilde çekti beni.
Öncelikle tabi güzelim dizimin kıymetinin bilinmemesine ve 14 bölümde bitirilmek zorunda kalmasına içten bir sitem yolluyorum. 14 bölüm neymiş ya diyenlere bir dipnot: K-Drama yani Kore dizileri zaten ortalama 20-25 bölüm sürüyor. Bizim Arka Sokaklar'ımız, Kurtlar Vadi'miz gibi üç neslin hatta dört neslin her hafta izleyebileceği yapımlar değil pek yani. Adamlar uzatmadan, sulandırmadan bitiriyor dizileri. Gerçi henüz beni mükemmel bir final yapıp da tamamen tatmin edebilmiş, içim rahat diziyi bitirebilmiş bir diziye denk gelmedim. Ama ben zaten hiçbir sondan tatmin olan biri değilim. Çünkü sonların olduğuna da inanmıyorum. Demek istediğim, hiç mi başlarına bir şey gelmiyor o mutlu sondan sonra? Ya da başrol karakterlerinden biri ölünce diğeri de ölene dek yalnız mı kalıyor?
Neyse ki K-Drama'da bizim dizilerimizin çoğunda rutin haline gelmiş öpüşüp barışma mevzusu yok. Tüm engelleri aşarlar, tüm düşmanlar dost olur ve mutlu son olayı biraz farklı onlarda. Öncelikle illa bir öpüşme sahnesi olsun diye uğraşmıyor senaristler. Hatta bazıları çifti el ele bile tutuşturmuyor doğru düzgün.
Bak bir Beautiful Mind dedim nerelere geldim. Canım aktörümün canım dizisine dönecek olursak, duyguları olmayan bir beyin cerrahının, çalışmaya başladığı hastanede karşılaştığı ilginç ölümler ve aşkı bulmasını anlatıyor dizimiz.
Duyguları olmayan deyince de kimseyi önemsemeyen, burnu havada bir şey sanılabilir. Her ne kadar burnu havada olsa da, ki benim en bir sevdiğim halleri bu haller, hakkını fazlasıyla veriyor mesleğinin. Duygularının olmaması ise kendi seçimi dışında gelişen bir şey, hissedemiyor adam işte ne yapsın?
Lee Young-O; benim çok sevdiğim, deli sevdiğim, oynadığı Lee Gun karakterine neredeyse aşık olduğum Jang Hyuk tarafından canlandırılıyor. Doktorluğu aşırı yakıştırdım ona. "Gerçekten doktor olsa böyle bir doktor mu olurmuş?" diye düşünmeden duramadım çünkü adamın zeki tavırlarını çok seviyorum. Tamam Lee Gun karakterinde o uzun saçlı haliyle, şapşallığıyla da çok iyiydi ama ben hep dediğim gibi, biraz durulduğu, karizmatikleştiği o kısa saçlı halini daha çok sevdim. Ben bu adamı sevmeden duramıyorum zaten.
![]() |
Cinderella and Four Knights |
Gye Jin-Sung karakterine başlangıçta pek ısınamamıştım, ki dizi biterken de aşırı tatlı gelemedi bana. Ya da bilmiyorum, belki hala Fated to Love You'nun Kim Mi Young'u Jang Nara'nın güzelliğinden ve ikilinin arasındaki bağdan kopamadım. Zira Kim Mi Young ve Lee Gun benim için tam bir ideal çiftti, üstelik Lee Min Ho'nun dokunduğu her diziyi güzelleştiren ve her partneriyle aşırı uyum sağlayan bir adam olduğunu düşünmeme rağmen söylüyorum bunu.
Ama Jang Hyuk'un hayran kaldığım oyunculuğu bana bu çifti sevdirebildi. Spoiler vermemek için kendimi zor tuttuğumdan Beautiful Mind konusunu burda kapatıyorum. Son olarak, bu dizide bol bol hastalık barınıyor. Beyin cerrahı bir adamın hikayesi olduğundan çoğunlukla beyinle alakalı hastalıklar olsa da, diziyi izledikçe ağzımın açık kaldığı çok yer oldu, yok artık dediğim yerler de oldu. Rom-com sevenler için pek ideal sayılmaz ama zekice bir hikayesi var. İzleyin, görün efenim.
Gelelim 1 K-Movie'ye. Kore yapımı hiçbir film izlememiştim ve izlemeye aksiyon filminden başlamış olmama minnet duyuyorum. Denk geldiğim bir film tavsiyesi üzerine açıp izlediğim ilk Kore filmi oldu Gangnam Blues. Filmde oynayanlara ve konusuna geçmeden önce filmin +18 olduğunu çünkü aşırı şiddet ve birkaç tane müstehcen sahne (gerçekten müstehcen, benim direk atladığım sahneler) barındırdığını söylemeliyim. Müstehcen sahnelerden rahatsız olmanız izleyemeyeceğiniz anlamına gelmiyor tabi, benim gibi yapıp geçebilirsiniz o sahneleri kolaylıkla. Zaten filmin gidişatını etkileyecek pek bir durum yok, onları izlemeden de anlaşılabilir bir film.
Karakterleri tek tek anlatmayı gerektiren bir durum yok filmde zira oturup izlendiğinde kimin kim olduğunu, nereden geldiğini anlayabiliyorsunuz. Lee Min Ho ise dizilerinde bildiğimiz imajının tamamen dışında bir adam. Filmi izlerseniz en başında "Bu kız ne demiş ya aynı işte çocuk." diyebilirsiniz ama bambaşka biri olmuş bu filmde. İzleyenler anlayacaktır zaten. Ama gözümde oyunculuğu yine büyük bir seviye atladı. Adamın neyini izlesem gözümde büyüyor yeri, bakalım Kasım'da yeni dizisiyle gelsin de göreceğiz daha neler olacağını.
Ve K-Movie'lerden devam etmek istiyorum. Çünkü K-Drama'mı sona bırakmak istiyorum, anlatmaya doyamadan bitiremem canım dizimin bölümünü. Sıradaki K-Movie The Con Artists diğer bir adıyla The Technicians. Bu da bir aksiyon ve suç filmi, son zamanlarda Koreli aktörlerden en sevdiğim haline gelmiş, Min Ho'yla arasında seçim yapmaya çalışırken çoğunlukla eşitliğe düşsem de arada kendisini seçtiğimi hissettiğim bir adam oynuyor başrolünde.
Kim Woo Bin'i The Heirs'le tanıdım, ilk gördüğüm günden beri, üstelik başlarda aşırı gıcık olmasına rağmen, bir türlü nefret edemediğim bir karakter oldu Choi Young Do. Kim Tan'la aralarındaki iletişime bayıldığım, birlikte sahnelerine doyamadığım ikili bir şekilde ayrıldılar çünkü dizi bitmişti. Hep özleyeceğim yegane çiftlerdensiniz gençler, seviyorum.
"Bu film beni şaşırttı." cümlesini kurarsam "Filme küfür etsem daha iyiydi." demem de gerekir. Karakterler, filmin gidişatı, aklımdan bir anlık geçen ama yok ya falan dediğim şeylerin çıkmasıyla falan ba-yıl-dım.
Kısaca konuya da değineyim. Ji-Hyeok (Kim Woo Bin) seçkin bir güvenlik kırıcı ve kalpazandır. Kasa şifrelerini, kasaların güvenlik derecesi ne olursa olsun kolayca çözüp çok kısa bir süre içinde açabilen bir adam. Hırsız yani bildiğimiz. Koo-In (Ko Chang-Seok) adında bir mühendisle birlikte çalışır ve bu mühendis onu bir gün Jong-Bae'yle (Lee Hyun-Woo) tanıştırır. Jong-Bae ise arkadaşlarına zamanında ihanet etmiş, çok başarılı bir hacker. Bu üçlü birlikte bir vurgun yapmak için ünlü, üst düzey bir kuyumcudan az sayıdaki çok değerli elmasları çalarlar. Kuyumcunun sahibi Başkan Jo'dur (Kim Young-Chul). Başkan Jo ise kendine, Kore'nin gümrük bölgesinden milyon dolarlar çalacak cesarete ve zekaya sahip seçkin bir hırsız aramaktadır.
Barındırdığı gizem ve aksiyonla beni kendine bağlayıp favorilerim arasına girmiş bir film The Con Artists. İzleseniz mi acaba?
Ve yazının son aşaması, ikinci K-Drama'm. Sırf Kim Woo Bin oynuyor diye izlemeye karar verdiğim ama izlerken hiç doğru düzgün mutlu olamadığım bir dizi Uncontrollably Fond. Gerçekten "Bu ne dram, yetmedi mi bu kadar acı, nasıl dayanıyorsun sen bunları yazmaya, ağlar insan yazarken be!" diye çemkiriyorum sürekli beni duyamayacağını bildiğim senariste. Ama diziyi aşırı keyif alarak seyrettiğim de bir gerçek tabi. Çünkü "Demek ki böyle gidecekmiş, hem daha güzel bir son bekler belki bizi." diyorum çemkirmelerim dindiğinde.
Karakterlerine sımsıcak ısındığım, daha doğrusu sadece iki ana karaktere ısındığım dizimiz, dediğim gibi bir dram dizisi. Yok ben Kim Woo Bin'i üzgün göremem, Suzy'm ağlamasın falan diyorsanız izlemeyin efenim. Hiç başlamayın yani. Gerçi ben de katlanamıyorum Woo Bin'in üzüntüsüne, The Heirs'ten beri "Bir kız bulsalardı şuna, gül gibi çocuk güme gitti." diyorum durup durup. Neyse ki gerçek hayatta mutlu olduğunu duyduğum bir ilişkisi var. Suzy de Lee Min Ho'yla olduğundan ikisini sadece dizideki karakterleri olarak yakıştırıyorum. Neden? Çünkü özel hayata saygım var.
Shin Joon Young (Kim Woo Bin) yani başrolümüz Kore'nin en iyi aktör ve şarkıcılarından biri. Aşırı zeki, tüm kızların hasta olduğu bir adam. Ona deli olan, neredeyse her anını bilen bir fan grubu bile var. Her şeyi biliyorlar bilmesine ancak bu tapılan adamın herkesten sakladığı kocaman bir sırrı var. Bu konuda spoiler vermiyorum, izleyince görürsünüz zaten.
No Eul (Bae Suzy) ise bir belgesel yapımcısı. Para için her şeyi yapmaktan hatta insanlara yalakalık yapmaktan bile çekinmeyen bir kız. Öyle ki, bu ne gurursuzluk deyip durmanız fazlasıyla mümkün. Yine de tatlılığıyla katlanılası oluyor bu halleri.
İkilimizin yolları ise aslında taa 9 sene önce kesişmiş ama belli sebepler nedeniyle birbirlerinden ayrı kalmış bu çift. Yıllar yıllar sonra karşılaştıklarında ise hayatlarındaki engeller de bitmek bilmiyor. Neden? Çünkü dram dizisi olmak bunu gerektirir. En son 16.bölümü yayınlanan dizinin çekimleri çoktan bitti. 20.bölümde final yapacak. Woo Bin ve Suzy şimdilerde neler yapıyor pek bir fikrim olmasa da en yakın zamanda projeleriyle karşılaşmak dileğiyle.
Woo Bin'in şarkıcı yanı da varmış, bu diziyle öğrendim. Ki zaten çoğu kişi oynadığı dizide bir parça seslendiriyor. Pek az rastlanan bir durum olmaktan çıktı bu. Yine de sesini çok sevdim. O yüzden bir OST bırakıyorum buraya.
Suzy'nin MissA üyesi olduğunu bilenler bilir zaten. Yani kız zaten şarkıcı. Bu dizi için de "Ring My Bell" seslendirmiş, çok da güzel olmuş.
Ayrıca New Empire'ın diziyi izleyen herkesin diline dolayacağı garanti bir OST'u da var, A Little Braver. Onu da son olarak buraya bırakıyorum ve dizinin hakkında konuşmayı bitiriyorum.
Her yerinden Kore çıkan ilk yazım, ancak son olacağına dair söz veremem. Zira keşfedilecek yeni diziler, filmler ve yolda olan bir K-Pop yazım var. Aslında kesinlikle K-Pop diye sınırlandırılabileceğini düşünmediğim bir grup kendileri ancak ona da yazınca siz karar verin artık.
Yeni Dünyalar yazı serimin başlangıç yazısından herkese iyi günler dilerim efenim. Sevgiler, saygılar, içinde eser miktarda pirinç kekiyle birlikte. (Gitsek de yesek mi acaba?)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder